Azrail’e verilmiş özü vardı.
Söz bu ya verildiyse, tutulmalıydı.
-“Söz” dedi, sana bir can borcum olsun.
-Vereceğim, dedi.
-Vadesinde ödeyeceğim.
….
Gel zaman, git zaman…
Bir tohum oldu, bir fide oldu.
Yeşerdi hayat oldu.
Can oldu, cana değdi.
Hayat oldu, hayat verdi.
Geldiği bu dünyadaki her şeyi canından çok sevdi.
Onlarda, onu sevdiler.
Üstelikte, canlarından çok sevdiler.
Gün geldi, zaman geldi.
Verilen sözün vadesi geldi.
Azrail sordu bir çiçeğe,
– Nerede o, söyler misin canı almaya geldim.
Çiçek durdu. “Olmaz” dedi, “ben vereyim borcu neyse”.
– Azrail olmaz, dedi. Senin vaden gelmiş değil. Ödesen, kalan ömrün yeter değil.
Azrail sordu böceğe,
– Nerede o, söyler misin canı almaya geldim.
Böcek durdu. “Olmaz” dedi, “ben vereyim borcu neyse”.
– Azrail olmaz, dedi. Senin vaden gelmiş değil. Ödesen, bedeli yeter değil.
Azrail sordu taze doğmuş yavru köpeğe,
– Nerede o, söyler misin canı almaya geldim.
Köpek durdu. “Olmaz” dedi, “ben vereyim borcu neyse”.
– Azrail olmaz, dedi. Senin vaden gelmiş değil. Ödesen, borcu ödemek senin işin değil.
Yavru köpek, gerildi.
– Alacağın bir can borcu.
– Benim canım ona kurban oldu.
– Ben borcumu öder iken, hepimizin hesaplar tamam oldu.
Der ve sözünü tamamlar tamamlamaz.
Koşar ve yoldan geçen arabanın altına bir çırpıda atar kendini.
Öyle sevki hayatı ve yaşayanları.
Bu gün yaşayanlar senin önünde siper, öbür dünyanda şahitin olsun.