” Kim bir şeylerden ayrılmak zorunda kalmadı ki? ”
Ne kadar da rahatsız edici bir cümle haline gelir, eğer birisi sizi teskin etmek için kullanıyorsa. Ayrılık da tıpkı bu cümlenin hazmedilemeyişi gibi, bir çırpıda kabul edilemez.
Hangimiz isteyerek koptuğumuz bir şeye ayrılık der ki?
Ayrılığın, ayrılık olabilmesi için istemsiz olması ve acı vermesi gerekir. Giderken beraberinden bizden parça götürmelidir.
Geçicilikse ayrılığın hamurunda vardır.
-Neye bağlandıysak,
-neyin sonu yok sanmışsak
-ve bir gün gelip de sonla yüzleşmişsek
onu kabullenmek bir kat daha zor olmuştur bizim için. Buradaki gerçekleşen sonla yüzleştiğimizde, ayrılık olmuşsa o zaman durum; bilemediğimiz bir başka gerçeklikte, biz bağlanmaya değil de kopuşa ve kayba odaklanmışızdır.
Sahip olduğumuzu sandıklarımızın yok oluşunu, bizden uzaklaşmasını izlerken….
Orada durup, öylece kalıp bir şey yapamadığımızda, yapsak da hiçbir işe yaramadığında; içimizdeki çaresizlik , isyan, öfke, hüzün, acı ve yetersizlik duyguları dayanılmaz bir hal almıştır.
Kaybedilen bazen can yoldaşıdır, bazen de cebimizden düşürdüğümüz kağıt para. Her ikisine de hazırlıksız yakalanmışızdır, her ikisi de bizim rızamız olmaksızın gerçekleşmiştir. Kaybedeline herşey gibi bizden eksilmiş ve azalmış. Bizden varlığımızdan bir parçayı eksiltmiştir. Birisini bir gün, diğerini belki bir ömür taşımışızdır kalbimizde.
– Kayba, ayrılığa nasıl hazırlıklı olur ki insan ?
– Kaybı, ayrılığı nasıl kabullenir ?
Nasıl sahiplendiyse aynen öyle işte. Nasıl sonsuz olarak gördüyse her şeyi, sonlu olduğunu da görerek. Ne kadar kendine ait gördüyse, o kadar kendisi dışındakilerin sahibi olmadığını da kabullenerek. Kendisinin bile bir gün toprak olacağının, bir kez daha idrakine vararak. Nasıl sahiplenmeyi benimseyebiliyorsak, kaybetmenin de ayrılığında diğer bir gerçek olduğunu sahiplenerek.
Ayrılık zor, kaybetmek zor, anlamak zor, unutmak zor.
Tek yol ayrılığı da sahiplenmek, ayrılığın ve sahiplenmenin birbirinin içerisinde yaşadığını anlamak. Ayrılığı değil de gerçekleri kabullenebilmek demek, düzeni ve döngüyü anlayabilmek sonuçta.
Tüm gücün kaynağı bile olsak, kimse bizden ayrılmasa da… bir gerçek var yaşamda. Biz onlardan bir gün gelecek ve ayrılacağız. Bizden ayrılmasına dayanamadıklarımızı sonlu olmanın gereği biz terk edeceğiz.
O zaman sorun ne?
Bize karşı
Bize rağmen,
Bizim istemediğimiz için mi olmamalı her şey,
ya da biz öyle istiyoruz diye mi olmalı .
Bu vermekte olduğumuz nasıl bir kendini önemli görmek kavgası. Bu nasıl bir egodur ve yaşatır insana sadece terk edilmeyen olmayı. Zorda olsa ben ve başkasının olduğu düzende, kendi istek ve arzularının ötesinde bir şeylerin daha var olduğunun farkında olamamak belki de ayrılık acılarının en gerisinde duran.
Bu isteklerinin, istediği gibi olmamasından duyulan acı işte. Ve ayrılık, ayrılığa tahammül edememek değil mi bir yerde?
Bitene, gidene verdiğimiz umut enerji yatırım ve emeğin arkasından yapılan sitemden ibaret değil mi?
Alacaklarının tahsilatını tamamlamamış bir alacaklı gibi, vitrindeki tüm şekerlemelere sahip olmak isteyen bir çocuğun serzenişinde olduğu gibi gidenin arkasından ağlamak bazen de ayrılık.
Yine bir başka bakanın gözündeki ayrılık, elinde olanlara değil, elinden gidenlere bakmak. Elinde sahip olup da, sahip olduklarından sahip olduğuna verdiklerinin arkasından giderken bakakalmak.
Sahip olmadıklarımızı aldığımızı düşündüğümüzden mahrumiyetimiz.
Kendimiz olarak var olamadığımızda, başkası olmaksızın var olmadığımızın gerçeğiyle kendimize acımak.
Büyümek ve birey olduğumuzla sert bir şekliyle yüzleşememek, ayrılık.
Ayrılık, kendi kendine yetememek.
Ayrılık bir şeylere çaresizce ihtiyaç duymak ve muhtaç olmak.
Ayrılık pek çok şey aslında, neyin olduğunu anlayamadığımızda geriye kalan boşluk ve acının tam kendisi en niyetinde.