Sabitlenmiş kazıkların arasından geçen ipler şehirin her yerini bir ağ gibi sarmaktaydı. Bazı ana alterlerde birden fazlası birleşip, halat görünü veriyordu. Zeminlerine büyük mıknatıslar yerleştirilmiş araçlar, yere tutunmak için metal zeminleri takip ederek ilerlerken yaya halatlarının arasından kıvrılarak geçip gidiyordu. Arada bir boşluğa savurulan çiçek saksılarından ve ev hayvanlarından beklenmedik yaralanmalar da olmuyordu değil hani.
Evine ulaşan Zeynep beline bağlı ipi çözüp, girişteki ip parkına bağladı. Ayakkabılıkta bulunan, sakıza benzeyen yapışkan hamurla ayakkabılarını ayakkabılığa yapıştırdı. Zemine tüm evi dolaşan bir makara sistemiyle bağlı terliklerini giyerek salondaki koltuğa oturup, bütün gün gezmekten beynine karasular çıkmış başını dinlendirmek için koltuğu ters konuma getirdi ve ayaklarına kan gitmesini sağladı.
Ah ahhhh ,dedi
” Keşke özgür olsaydım ve yerde kalabilseydim.” diye geçirdi içinden.
Bir halatla bağlanarak yaşamak, göklere savurulup gitmemek için iplere , mıknatıslara ve yapıştırıcılara mahkum olmamak acaba nasıl bir şey olurdu. Özgürlüğün nasıl birşey olabileceğini hayal etti. Kendi başına uçup gitmeden, sağlam bir zeminde güvende olmak ve istediği her şeyi özgürce yapabilmek harika bir şeydi. Hoş Hazarfen Fadıl Efendi bir zamanlar bunu başarmıştı ama o başka araçlar kullanmıştı. Kedileri taklit etmiş ve onların tırnaklarına benzer bir aparat geliştirmiş ve saraya kadar hiçbir şeye bağlanmaksızın gidebilmiş.
Kuşlar gibi özgür olmak istemişti. Kanatlarına rüzgarı alıp yerde sabit kalabilen kuşlar gibi mıknatıslı yolların, önceden düzenlenmiş ipli güzargahların dışındaki kırlara çıkmak ve toprağa sımsıkı tutunan çiçeklere dokunabilmek harika bir şeydi. Avuç içlerini toprağa doğru çevirip dua etti. Bir imkanı olsa ve yerde özgürce dolaşabilseydim. Beni bağlayan esaretimin simgesi ipler olmadan özgür olabilseydim.
Gözü tavana yapışmış erkek kardeşine takıldı bir an .
Offf gene mi çözdün beşiğinin ipini yaramaz seni, dedi ve annesin seslendi.
” Anneeeee, senin bıdık Çağrın gene yaramazlık yapıyor. Pencereden uçup gitmeden al şunu.”
********************
Koltuğunda tatlı bir uykuya dalan Zeynep bir anda karşısında rüya perisi Hüseyin’inin sihirli baltasından parlak toprak tozları yayarak odanın zemininde yürüdüğünü gördü. Zeynep’e doğru dönen Peri Hüseyin duan işitildi ve cevaben ben gönderildim, diye seslendi.
Zeynep gözlerini oğuşturdu, kendini cimdikledi. Hüseyin hala oradaydı. Dileğini yerine getirmek için gönderildim ve şimdi sana bir hediye vermek istiyorum. Sana yerçekimini veriyorum. Ancak bunu dikkatli kullan. Sahip olduğun bu özellikten diğer insanların haberi olursa büyük korku yaşar ve sana beklemediğin şekilde davranabilirler. Bu söylediklerimiz sakın unutma, dedikte hemen sonra baltasını sallayıp çıkan toprak ışıltılarının arasında gözden kayboldu.
*********************
Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Rüyalarında yürümeye, kırlarda koşarak oynamaya ve sonsuz özgürlüğü yaşamaya devam eden Zeynep kahverengi rüyalar dünyasında toprağın kokusunu yumuşaklığını ve ıslaklığını içine çekerek derin huzurları yaşadı.
Her gece tekrar eden bu rüyalar Zeynep’in günü tamamlama gücünü sağlar hale geldi. Bütün gün işlerini yaparken ne zaman canı bir şey sıksa, hemen kendi içinde uzaklara gider beline bağlı ipe dokunup elleriyle uzayıp giden kısmının üzerinde parmaklarını gezdirirdi. Sonra keşke bende özgürce yürüyebilsem diyerek iç geçirir ve işine dönerdi.
Günler geçtikçe rüyaları etkisini arttırmış, günlük yaşamında ipiyle olan bağlantısı sıklıkla koparak hayaller dünyasındaki yürüyüşüne ayırdığı süre artmıştı. Kimseye anlatamadığı bu dünya için insanlar onun deli olduğunu düşünecek, böylesi bir fantazinin hasta bir beynin takıntısı olduğundan bahsedeceklerdi. Susuyor ve içindeki dünyanın tadını çıkartmaya çalışıyordu. Gittikçe içine açılan ve insanlardan uzaklaşan Zeynep yalnızlaşmıştı. Artık dünyasında sadece beline bağlı ipi, kendisi ve hayalleri vardı. İşlerini bir kenara bırakmış, gün içerisinde halatların gittiği en uzak mesafelere ipini sürüye sürüye gidip her şeyden uzaklaşmaya başlamıştı. İpler onu nereye götürürse oraya kadar gitmek istiyor. Gitmek istediği yerlere günün saati yetmiyordu. Duymuştu Himayalaya’lar da mistik bir grup vardı. Olağandışı şeyler başardıkları söyleniyordu. Ama oraya ulaşmak çok zor ve zahmetliydi. Oralara uzanan mıknatıslı yollar yoktu. İplerin bağlandığı halatlar ve kazıklarda zamanla çürümüş ve yer yer kopmalar söz konusu olmuş olabilirdi. Gidenlerin oraya nasıl gittiği, oradaki bilgelerin neler bildiği… belki de her şeyi değiştirecek ilimin orada olduğunu düşündü. Orda hiçbir şeye bağlı kalmadan yerde sabit durabilenlerin olduğuna ilişkin hikayeler anlatılırdı. Bunu gözleriyle ne gören olmuştu ne de olabileceğine ilişkin ciddi bir kanıt bulunmuştu. Olsun düşünmesi bile güzeldi.
***********************
Yine o günde her zamanki ipte uçuşlarından birini tekrarlıyordu Zeynep. Halatların incelmesini izliyor. Tekli hale gelene kadar süzülmeye devam ediyor. Tekli iplerin dikili çıkmaz kazıklarına kadar yol alıyordu. Her bitimin içinde yarattığı derin acıyla en ucunda öyle durup kırmışı, kahverengi, siyah ev beyaz topraklara bakıyor ve iç geçiriyordu. Dayanılmaz özgürlük arzusu ve özlemi her ip yolunun ucundaki kazıkla son buluyordu.
Yine günün son bulmaya yüz tutuğu bir anda çıkmaz bir ipin ucunda gün batımına doğru kendisini durur buldu. Öylece duruyor ve kımıldayamıyordu. Koyulaşan toprağa bakarken gözlerini alamadı. Toprak onu çekiyordu. Birden bire “Peri Hüseyin” dedi. Hediyemin gerçek olabileceğini neden hiç düşünmedim ki, diye geçirdi içinden.
Olabilir miydi ?… Kendisini çimdiklemiş, gözlerini oğuşturmuştu da, hani o hala oradaydı.
Gözleri parladı. Evet dedi. Nasılda bunca zaman aklıma gelmedi, nasılda bunca zaman bunu göremedim diyerek kendine kızdı.
Beline bağlı ipten elleriyle tutunarak ipi kendisine doğru çekti. Çekti… Çekti.
Çıkmaz ip yolunun sonuna bulunan kazığın olduğu yere kadar kendisini çekmeye devam etti.
Ellerinin bedenini çekmekte zorlanmasına rağmen yüzündeki gülümseme her bir çekişte biraz daha arttı. Özlerinin bebekleri büyüdü. İçinden ışıltılar yayılmaya başladı.
Artık ip yolunun sorundaki kazığa ulaşmıştı. Ayaklarının tabanları yere değdi. Toprağı hissetti. Toprak ona sesleniyordu sanki. “sen benimsin”
Peri Hüseyin gözlerinin önüne geldi. Ona gülümsedi ve hadi bir adım at , göreceksin.
Zeynep beline bağlı ipin düğümünü parmaklarıyla hafifçe çözmeye başladı.
Peri Hüseyin’in sesi kulaklarında yankılandı. Özgür olacaksın, bir adım.
İp parmaklarının arasından çözüldü ve gökyüzüne doğru kıvrılarak yükselirken Zeynep adımı toprağa doğru attı. Boşa giden adımın ucunda göğe yükselen Zeynep’in gözden kayboluşuna bakan Hüseyin baltasını salladı ve ışıltılar çıkartan toprakları savurarak gözden kayboldu.