İnsan sosyal bir varlıktır. Varlığına, şahitleri olmaksızın anlamsızlaşan çabası bir tek insanla değerlidir. Mahallelerden köylere, köylerden kasabalara, kabalardan şehirlere, şehirlerdense mega kentlere doğru ilerleyen büyük göçler ve ortaya çıkan büyük şehirler. Tüm bu hareketliliğinin içerinde kendi çelişkisini yaşar insan. Kalabalıklara doğru çekilirken kendi içinde birey olma, yalnız başına var olabilme ile ilgili bir niyet taşır.
Aradığı huzur; Bahçeli müstakil bir ev, küçük bir bahçe veya çiftlik kelimeleri hayallerinde seçenek olarak dururken. Sakin bir sokakta yürümez, tıka basa dolu olmayan bir işletmeye girmez. Daha yoğun kalabalıklar daha geniş sosyal gruplar, ışıklar, yüksek teknoloji yapıları, modernizasyon … Şehrin yaşam enerjisi ve temposu insanı kendisine çeker. Şehirler aynı zamanda yaratıcılığı besler, şüretme enerjisini tetikler, kalabalıklar insanı güvende hissettirir. Modern çağ vaat ettiği gibi yenilik ve nimetleri ile, lüksü ve rahatlık sağlar.
İnsan hayatta kalışını sağlama almak, mücadelesini yaşamın içerisinde sürdürmek için şehirleşir. Şehirleşmek ve modern çağ teknolojileri içerisinde sosyal bir yaşama dahil olmak değildir sıkıntıyı oluşturan. Sıkıntı şehirleştiğine inanamamaktır. Sosyal yaşamın içerisinde birey olarak kaybolduğunu hazmedememektir. Var olmaya çabalayan yüzbinlerin içinde, kendi varlığını parlatmakta zorluk çekmektir.
Aslında ne şehir, ne köy, ne de yalnızlıktır, bireyin var oluşunun önündeki engel. Nede bunlar suçludur, çektiği benlik acılarından. Yine kişinin ruhu ve benliği acı çeker olduğunda ne şehir, ne yalnızlık, ne de doğa bunun sebebidir. En yakınında bunların oluşu, onları suçlu gösterir sadece. Yeni bir yaşam başlığı altında suçlusunu şehir ilan eden, yenilikçi bir sahil kasabasına giderek yalnızlığıyla sırt-sırta verip kendine ulaşmaya çalışır. Bir kaç yıl sonrasında onu boğan yetersiz kılan kasabanın yerine yeni kaçış, şehir oluverir.
İnsanın mücadelesi ve gayesi yaşamdır. Bu amaç doğrultusunda bildiği, içerisinde sosyal kimliği ile uyumlu olduğu oluşuma kabul göstermesi kendi açmazlarını görebilmesini sağlar. Don Kişot ‘un yel değirmenleri ile savaşması gibi şehir yaşamıyla savaş vermek yerine, ona uyum sağlamak ve onu yaşamak isteyeceğimiz bir yer haline getirmek bizlerin elindedir.
Büyük şehirlerden ve şehirleşmenin getirdiklerinden şikayet eden bizler. Bu büyük şehirleri oluşturan nüfusuz. Yapmaya çalıştığımız tek şey kendimizi ait ve var hissetmek için çabalamak. Kendi oluşturduklarımızdan kaçarak kendimizi bulacağımıza inanıyor ve gidiyoruz. Giderken geri bıraktıklarımız bizden parçalar. Gittiğimiz yere götürdüklerimiz ise bizde olanlar.