Hollywood filmlerinin klişesi “Sonunu düşünen kahraman olmaz”, diye bir söz vardır.
Kahraman olmak düşünme işi değildir. Eylem ve koşulsuz fedakarlıktan ibaret bir eylem biçimidir.
İnandıkları için kurban olma düşüncesi, inancın kurban istemesi algısının eski çağlardan beri süre gelen batılının yaşamakta olduğunu gösterir. Feda edilenlerin sayesinde kurtarılmışlar algısı putlara, tanrılara verilmiş kurbanlar gibidir sanki.
İnsanlar bir nedenle ve bir şekilde kendilerini bir şeyler uğrana feda etmelidir. Bu sanki; dünyayı döndüren ve insanlığın varlığının devamlılığını sağlayan yazısız kanundur.
Boyun eğmemek gibi gözüken fedakarlık ve kahramanlık olgusu. Şanlı bir boyun eğiştir. Şanlı boyun eğişlerin mukaddes olduğu inancına gelirsek, aslında tam tersi devam edebilecek gücü kalmamış olmanın intiharıdır pek çoğu.
İnsanların bir kısmı gereğinden fazla yaşama tutunmak ister iken.
Bir diğer kısmı bir o kadar kendilerince kurtulmak arzusuyla yaşarlar.
Baş edemiyor olmak acı vericidir. Bu yüzden kurban olmaya gönüllü olmak kadar şanlı bir sonu seçmek çekici olur.
Kendilerini kurban edenlere, onları kurban verenler; yaşamı seven ve ona tutunup onunla daha fazla zaman geçirmek isteyenler olur.
Fikirlerin sahipleri ve onun savunucuları olarak ikiye ayrılanlar böylece ortaya çıkar.
Herkes gizliden menün ve istediğini almaktadır.
Birileri bu dünyayı sahiplenmeli ve onu sürmelidir.
Birileri de daha fazla kalabalık etmeden şanlı bir şekilde terk etmenin yollarını bulmalıdır.
Bunu yüzbinlere, milyonlara uyguladığınızda alın size savaşlar kavgalar kaoslar.
Kurular ve yanlarında yanıp giden yaşlar.
Yaşlanmak isteyip de yaşlanamayan insanlar.
Benzin olmadan yaşanabildiğini, telefon olmadan hayatın devam edebildiğini, bir dilim ekmek iki zeytinle doyulabildiğini, ihtiyaçlarımızın üzerindeki taleplerimizden ve onlar olmaksızın yaşamayacaklarımızın gün günden çoğaldığını artarak izliyoruz. Ve daha fazlasına ihtiyacımız olduğu söyleniyor her gün.
Daha fazlasına ihtiyaç duyuyorken ve alışmışken. Birileri çıkıyor ve biteceğinden, kıt olduğundan, yetmeyeceğinden, sahip olanın sadece bunlardan faydalanabileceğinden bahsediyor.
O anda birer bağımlı gibi onlara muhtaç hisseder ve kendimizi çevremizi korumak adına kendi kahramanlarımızı oluştururuz.
Binlerce savaş filmi izlemişimdir, tarihin her döneminden. Her kültürde, her dönemde verilmiş haklılık savaşlarının, haklı olanları hep kazanmışlar olmuştur. Kaybedenlerin hakları, hukukları yok olmuş kazananların da savaşı kazanırken kahraman ama hayatta olmayanlarının hikayeleri duyulmuştur.
Diyorum ki bir yandan da; Acaba, Matrix filmi bir gerçek mi? Yoksa gerçek olan Matrix filmi kadar gerçek dışı mı?
İnsan bilerek ve bilinçli olarak sonlu yaratılmış.
Yaşamaya ve daha fazla tanımlananın ötesinde dünyada kalmaya uygun değil.
Kimileri gitmemek sonu görmemek adına çırpınırken, kimileri vaktinden öncesinde sonu bulmak gayretine düşmüş.
Yaratılışı gereği insan bir dünyaya, bir hayata sığmaya dayanamıyor. Ve kendisine sebepler arıyor.
Olan ve yaratılmış her şeyin bir aklı mantığı ve sebebi olduğu gibi. Bir de gerekçesi var.
Gerekçelerle oyalanmak da insanın işi.
Grekçelerle hedef saptırmak kadar alenen olan bir başka konuda zamanı kullanabilmekte ve onu doğru kullanabilmekteki sıkıntımız.
Belki de anahtar zaman.
Onu ne için nasıl ve neden kullandığımız. Ya da kullanamadığımızda bize nelere malolduğu.