Bin esir bin esaret
Yarı kapalı , kapalı ve apaçık esaretlerine esirlerin kısıtlı yaşamlarının izini sürelim.
Ayak izlerinden izlerini süremeyeceğimiz kesin. Onları yuvarlarında bulmak zorundayız.
Dehlizlerine girip oradan gün ışığına çıkartmalıyız. Zincirlerini kıracak da değiliz. Gerisinde geriye bırakacağız ve oldukları durdukları yerlere gerisin geriye koyacağız hepsini. Dışarıda yaşayamaz onlar. Zincirsiz çıplak, duvarsızken korunmasız, özgürken de kaybolurlar.
Bir Zombi filmindeki karanlık odalara fenerle girmek gibi şimdi yaptığımız. Fenerin ışığına giren bir Vampirin güneşe çıktığındaki gibi yanmakta acı çekmekte.
Bin esir bin türlü esaretle acı çekmekte.
Bazı yazılarımız bazılarımızın canını yakar.
İşte bir fener ve fenere tutulan belli olmakta.
Birisini tutup sürükleyip çıkartmaya başladığımızda, hızla kurtulmak ve kaçmak ister ya.
İşte salıverilmeye bırakılmaya hazır olmayan.
Hani birisi büyük bir kızgınlıkla bağırmaya başlar ya.
Karanlık odalarında hep aç olup, taze kana ve ete susayan.
Sinemastik bir dünya üzerinden fantastik bir soyutun hikayesi yazılı sayfalarda.
Kahramanlarının biz olduğu. Figüranların, iyi ve kötü insanların bizden olmadığı, onların bizden uzak olduğu bir başka dünya.
Kölelerin Zombilerin Vampirlerin fantastik gerçek dışı kişiler olduğu.
Bir dram var anlatılmayan. Acı dolu hikayeler var verilmeyen. Üzerine düşünülmeyen yaşamlar var. Hepsi bizden uzak hepsi bizden öte.
Bin esirin, bin türlü esaretinin, bin hikayesi birikti.
Benden de uzak, bizden de uzak, sizden de uzak hikayeler de alınacak derslerimiz gecikti.
Kendini görmek zor.
Kendine kondurmak daha da zor.
Kendini değiştirmek en zoru.
Kendin olmaksa görmediklerimizle imkansız.