Yaşadığını hissetmenin en güzel yolu, hayatı olduğu gibi yaşamaktır.
Düşünceden, kaygıdan, hayalden, planlamadan haricen canlı nefes alan ve her anı hayatla dolu olan… Sürmekte olan yaşam vardır.
Sadece katılman gerekir.
Gerekenler, mecburiyetler ve paylarından oluşur.
Payına düşeni, gerektiği gibi yapmazsan, bir gün mecburen yapmak zorunda kalacağın yaşam; Bizlerin, ona gönüllü katılmasını diler.
Bu öyle bir içinde olmaktır ki.
İçindesindir, kaçamazsın.
Ya yaşarsın ya da yaşar ama yaşamıyor gibi yapmaya başlarsın.
İşte böyle bir hikaye anlatacağım size gerçekten. Gerçeğinden ve en yakın zamanımdan.
Sonlardan bu hafta sonuydu,
Başlangıçlardan bu hafta sonunun başı.
“
Huzuru tatmak ve dinlenmeyi, sonuna kadar yaşamayı amaçladığım bencil günüme başladım o gün.
Her zamanın aksine çalışmak ve iş yapmaktan uzak olmaktı dileğim.
Sıcak havanın, cehennem sıcağından tek dilebileceğim; Biraz su, biraz da serin esen rüzgardan ibaretti.
Mizacımın aksine ayaklarımı uzatıp yatmak ve kılımı kıpırdatmamayı dilediğim günümden kılımı kıpırdatmadığım saatlerimin akışını izledim.
Boşluğa bom-boş bakıp. Orada da sadece boşluğu gördüm.
Yine boşluğa baktığım zamansız günün, anlamsız bir saatinde boşluktan yükselen beyaz duman tüm sakinliği böldü.
Kupkuru ormanda, aylarca su düşmemiş topraktan yükselen duman önemsenmesi gereken ciddi tehlike mesajı demekti.
Kaynağını görmeye çalıştıysam da nafile. Ağaçların kapattığı alandan çıkan duman artmaya başladığında birden deliler gibi koşmaya başladım.
Kuru otların yayıldığı alanın bir yanı ormana, diğer bir yanı eski köy evleri ve kullanılmayan bir ağılın olduğu yerleşime dayanıyor. Üstelikte bu otluk alan tam ortasında alev-alev yanmaya çalışıyordu.
Adrenalin ne işe yarar, orada anladım. Yangına doğru koşuyor, koşuyor ve en ufak bir yorgunluk ya da nefes tıkanması hissetmeden son hız ilerliyordum.
Beynime giden kan ayaklarıma gitmesine rağmen orman yangın ekiplerini armayı düşünüp becerirken, boşalmış zihnimde yanına yangını söndürmek için bir şeyler almayı akıl edemeyecek kadar hızlı koşuyordum.
Ateşin yanına geldiğimde bitişiğindeki köy evinden çıkan iki adama baktım ve
“ kürek yok mu?” diyebildim.
Adamların şoka girmişçesine
“ Sapı kırıldı küreğin “ dedikten sonra adamın yanan otlara dalıp gidişini izledim.
-Ateş büyüler insanı – derlerdi de inanmazdım. Büyülenmiş gibi orada kitlenip kalmışlardı.
Hemen yanan otları ayağımla ezerek, toprağı dağıtarak, etrafındaki naylon torbaları oradan çekerek ateşe giriştim.
Biri kendine geldi ve oda otların alevle ip gibi çizdiği çizgiden başlayarak ateşin üzerine çöreklendi. Diğeri bir kova kapıp, su taşımaya çalıştı. Orman yangın ekiplerinin siren sesi gelirken bir anda içim rahatlar gibi oldu. Üstelik ağılın ön tarafını söndürmeyi başarmıştık. Otluk alanın diğer tarafına bakmak geçmişti içimden ama yanımdaki adamın umutsuzluk dolu sesi geldi kulağıma.
“ Bitti, evi arkadan ateş aldı….”
Ne demekti bu?
Kafamı çevirdim ve ağılın alt ucundan tutuşmuş belki elli yıllık kuru ağaç duvarının çıra gibi yükselen ateşini gördüm.
Zaman kavramı bitti zihnimde.
Bir anda ben de ateşle büyülendim ve olduğum yerde dona kaldım.
“ Bitti her şey, bitti” diyerek kendimle konuştum. Belki otuz saniye belki bir dakika tek odalı ağıl bir alev topu olmuş patlayan ve dökülen kiremitlerin şangırtıları arasında ne yapacağımı bilemez olmuştum.
Gelen itfaiye aracını gördüm.
Döndüm yanan ağıla baktım.
İtfaiye aracı toprak yoldan gelmeye başladı.
Altında yanmaya bağlayan çalı ağacının alev püskürtme makinasından çıkan ateşi gibi alevlerin yükseltişini izledim.
Bir itfaiye aracı daha belirdi…
Koştum onlara nasıl girmeleri gerektiğini tarif ettim.
Bir daha koştum yanan otluk alana…
ve bir daha yeni gelen bir başka araca,
Köylülerin gelip araçların hortumlarını çekerek yardım edişleri ve yeni araçlar….
Bir yangın helikopteri belirdi.
“Evet budur” dedim, kara isin içinde…
Yangın, otluk alandan ormanlık alana geçeceği anda bir ümit daha belirdi.
Umutlandım, yangın ormana sıçramadan durdurula bilecekti…
Helikopter bir tur geçti, suyu bırakamadı.
Bir tur daha geçti, yine taşıdığı suyu bırakamadı.
“Ne oluyor?” diye sordum yangın ekibine.
“Arızalanmış suyu bırakamıyor” dedi.
Yeni ekipler, yeni hortumlar, yeni insanlar….
Bir zaman sonra ormana atlamadan yangın söndü.
Aradan geçen zaman 2 saat miydi, 4 saat miydi, yoksa 6 saat mi bilemiyorum.
Geride bir tek 2-3 dönüm alan, bir ağıl ve 10-15 ağaçla ucuz atlatılmış yangından çıkmış olmanın huzuru kaldı.
Havanın cehennem sıcağına, yangının odunları eklenmişti de bir damla ter düşmemişti saatlerce alnımdan.
“
Dert gerçekti.
Tehlike gerçekti.
Mücadele gerçekti.
Hayat yaşanmakta ve yaşam için savaşılmaktaydı.
Bir kez daha yaşadığımı ve gerçek olduğumu hissettim.
Bir kez daha bildiğimiz tüm gerçekliğin bir kıvılcım kadar yakınımızda olduğunu hatırladım.
Yaşamalıydık.
Hem de elimizdekilerle…