Yağmacılar denen bir grup zihin var.
Yaratmak, üretmek ve sahibi olduklarıyla gururlanmak onların işi değil.
Bunlar, düşüncenin ve insanlığın kanser hücreleri gibi.
İstila ettikleri kadar ve alanlarının dışına taşıp, diğer hücrelere hakim olabildikleri ölçüde hayatta kalabiliyor.
İnsan evriminin bir kaç alt basamağına sıkışıp kalmış, yağmacı ve istila peşindeki zihinler basit varlık çabalarının sonlarında kendi yok oluşlarına sebep de olsa dürtülerinin mecburiyetlerini sürdürme gayretinde gitmek zorunda.
Basitte olsa inanç sitemleri, rotaları ve dayanakları var. Tutunma güçleri ise sadakatin benliksiz ve kimliksiz olan halinde.
Bu sapkın ve acımasız kılıyor. Bu vicdansız yapıyor ve kendilerini haklı hissetmelerini sağlıyor.
Bir Amip’in bölünmesi kadar kararlı, kesin ve kendinden emin. Bir kanser hücresinin çoğalmak istemesi kadar, kendince haklı.
Kim ne derse desin…
Zeka, insan evrimin tek ölçütü değil.
İnsan varlığını ve evrimini ileriye taşıyan şey; Bütün olarak beninden daha fazla, aklından daha öte bir insan olmayı arayışı.
İnsan evriminin esas ölçütü de; kendine ait anlamlar üretebilen ve habis hücreler grubuna dahil olmadan sorgulama ve kendi başına doğrularına ulaşabilme gücünde. Bunun yetisinin verilmesinde ve bu verileni alabilecek kalitede olunmasında, yani hammadde de… Belki de insanın kendi kararlarını alabilmesin de ve tek başına da olsa var olabiliyor olmasında.
Aslında tüm mesele, insan gibi insan olabilmekte.