Tutulur İnsan
Ne düşündüğünü bilemez… Ne hissettiğini de… Bazen öyle olur ki insan, Ne, ne düşünmesi gerektiğini Ne de, neyi hissetmesi gerektiğini algılayamaz. Bu, insanın tutulduğu andır. Tutulur insan. Ay gibi. Güneş gibi. Nutku gibi tutulur.
Ne düşündüğünü bilemez… Ne hissettiğini de… Bazen öyle olur ki insan, Ne, ne düşünmesi gerektiğini Ne de, neyi hissetmesi gerektiğini algılayamaz. Bu, insanın tutulduğu andır. Tutulur insan. Ay gibi. Güneş gibi. Nutku gibi tutulur.
Yaşam yalın kaybedişlerin ve sadece kazanışları var olduğu bir alan değildir. Birlikte hüküm süren hanedanlık, sürekli iniş ve çıkışların yaşanmasına olanak sağlayacak imkanlarla doludur. Belirsizlik korku yaratır. Bu korku da olmak zorundadır aslında. Hareket etme dürtüsünün bir tabana ihtiyacı olur. Her zaman zaferler motive etmez insanı. Kayıplar yada kaybetme ihtimallerinin korkusu da bir motivasyon kaynağı…
Bir fazlasından, bir daha fazlasını anlayabilirsin. Çok daha fazlası olduğunu da tahmin edebilirsin. Sınırsızlık devreye girdiğinde ise baş edemezsin. O zaman bir dışındaki, onu aşanların hepsini yok kabul etmekten bir başka seçeneğin kalmaz. ****** Kendi dışımızdaki mükemmellik ve yeterlilik. Bize kendimizi eksikli ve yetersiz hissettirir. Belki de bu sebepten çevremizde kusurlu, eksikli insanları ve metaryalleri…
Bindiği dalı kesen Nasrettin hocanın hikayesini hepimiz biliriz. Keşke bildiklerimiz ile idrak edebildiklerimiz birbirlerine çok daha yakın olabilseler. İnsanlar zanneder ki, bilmek yeterlidir. Etrafınıza bir bakın bilinen sayısız doğruyu görmezden gelmek adına, kendilerini bile düşünemeyecek hale getirmiş insanlarla doludur dünya. Herkes kendisine kanacağı yalanlar bulmuş. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya ve sanki yarın ölecekmiş gibi…
– İhtiyaç duydukları, – beklentileri, – iç karmaşalarından çıkış yolları, – adım atabilme ve tercihleri yapabilme becerisi, ile – hataları, acı ve öfkelerinden aldığı güçle adım atma kararı alan kişi… Yaşamında yeni bir sayfa açar. İşte o temiz sayfalarda yapılacakların listeleri oluşturulur. Özet çıkartılır. Tespitlerde bulunur ve kararlar alır. Eski sayfaların hepsine ise bir çizik…
Sevmek… Ömrünü vermek, dedi. Dinledi ve, “Bir tane var bende. Benim kimseye verecek ömrüm yok”, dedi. **** Sevilmek… Birinin sana ömrünü vermesi, dedi. Dinledi ve, “Beni hiç kimse gerçekten sevmedi” dedi. **** Karşılıklı dedi… İnsan ektiğini biçer, biçtiğini yer dedi.
Acımasızca , “ basitlikten öleceksin “ dedi suratına. ve o, o anda öldü. Basitçe ve alelade hem de. Pişmanlıkla kaplandı. O mu sebep olmuştu? Yoksa olacak olanı mı hissetmişti? Bilemedi!.. Söylendi kendi kendine. “ Ah, şu dilimi tutamadın iki dakika” Her aklımıza geleni söylemek, yapmak açık olmak, samimiyet veya doğallık değildir. Düşüncemize , dilimize, davranışlarımıza…
Çünkü değişimin en büyük düşmanı yine insanın kendisidir. İnsan kendisiyle kesin ve keskin bir şekilde savaşamaz. Sürekli olarak kendi içerinde çatışma halinde bulunamaz. Bu varlık sebebi ile uyumsuz bir tavır olur. Böylesi bir zorlamada, Değişime ihtiyacı olan kendisi ve değişime direnç gösteren kendisi aynı bedende yaşıyor ve kendi sahip oldukları için savaşmaya devam ediyordur. Öncesinde…
Üstün olmak arzusu, kendiliğinden varlığını sürdüren bir dürtü çeşididir. Renginin koyuluğunu Ezilmişlik, yetersizlik, güvensizlik, kızgınlık, rekabetçilik, alacaklı hissetmek gibi pek çok duygu belirler. Ne kadar koyu ve kıvamlı olursa. Bir o kadar sert ve tatminsiz olarak varlığını sürdürme eğilimi sergiler. Kıvamın koyuluğu renginin yumuşaklığı ona eklenecek sevgi, kabul vb’leri ile açılmaz. Rengini ve sertliğini açmanın…
Görünmez zincirlerle bağlanmış ayaklarından. Gömülmüş bastığı yere. Eller, bileklerinden bağlı. Halatlar sıkmış, bileklerini. Mosmor etler, kırgın ve zayıf kemikler. Nutuklar tutulmuş, boğalar düğümlenmiş. Kelimeler dudaklarında, arasında sıkışmış. Bağlanmış bir insan kendi kısmetinde. Sıkışmış gününe ve gecesine. Ve hepsinden acısı… Hareketsiz kalmış, Bir adım olsun atamamış. Çoktan tükenmiş şu kısacık ömründe. ****** Harekete geçememek, Yaşamı sahiplenmemek,…