Özgürlük içsel bir kavramdır ve yaptığınız eylemler kendimizi özgür hissetmemizde yetersiz kalır.Kısa süreli kandırmacalar ve yaşam ilizyonları oluşturur. Gerçek özgürlüğü ” boşanarak, tatile çıkarak, sahil kasabasına yerleşerek Himalaya’lara çıkarak” sağlanacağı gibi bir imajına sahibizdir. Yaşadığımız yeri , işimizi eşimizi ailemizi yaşam alışkanlıklarımızı ve olası sayısız zanlıyı başka bir şeyle değiştirmek isteyebiliriz, Durmadan esaretimizin ve esiri yaşamımızın suçlularını arar dururuz. Kaybettiğimiz bu günü, kaçırdığımız ya da tatminkar olmayan geçmişimizin suçlularını aramakla o kadar meşgulüz dur ki bir an için kedimize, içimizin derinliklerine bakıp tüm yaşam tercihlerimizin ,karşımıza çıkan kişi ve durumların sebebini sorgulama gereği duymayız.
Her şeyden uzaklaşabiliriz ancak her ne yaparsak yapalım kendimizden uzaklaşamayız . Aynı yaşam enerjileri ve durumlar sürekli olarak , gittiğimiz her yerde bizi takip eder. Himayalara çıkarken sırtımızdaki çantadan çok daha ağır bir yükümüz vardır . Anılarımızın , travma, acı ve üzüntülerimizin paketlenmiş enerjilerinden oluşan bir çanta .
Gitme/ uzaklaşma ilizyonunu yapamadığımız durumda başka bir çareye ihtiyacımız olur. Elimizde bu ihtiyacımızı karşılayacak güçlü bir aracımız vardır. Kendimizden bir şekilde kaçmamız ,içimizdeki acıyı bölünmeyi ve huzursuzluğu hissetmememiz gerekir. Bunun içinde bağımlı davranışlar yaratmak cansimidi gibi gözükür. Belli kişi , durum , olay yaşam tarzları gibi alanlarda yaşamımızda rutinler oluşturur ve bu sayede bildik standart güneşli alanlar yaratarak süprizler yaşamaktan kaçınırız .Böylece her şeyin doğru gideceğine inanırız. Bu seferde bağımlılıklarımız ve rutinlerimiz bizi bırakır ve gider . Onlar gidene kadar yaşamımızdaki ve içimizdeki boşluk hissinden gelen yankıların nereden geldiğini düşünürüz .Yap-bozumuzun eksik bir parçası olduğunu biliriz ancak resmin bütününde eksik parçanın da yerinde olduğunu hayal eder dururuz.
Yaşamlarımızı anlamlandırmayı ,yer yüzünde ve bu günü konumlandırmayı , bütünlüğümüzü sağlamayı kısacası ; gerçek huzur ve özgürlüğü “ne giderek ne de bağımlılıklarımızla ” yaşamamız mümkündür. Yaradılışımız kendimize ve çevresel etmenlere rağmen tüm dengesizlikleri ve bozulmaları iyileştirme ve sağlıklı yapısına ulaştırma eğilimindedir. Bunu on binlerce yıldır da sürdüre geliştirmiştir. Bedensel sağlığımız, duygusal bütünlüğümüz, ruhsal gelişimimiz hücreler, et ve kemikten öte bizi biz yapar. Her şeyin enerjiden oluştuğu bir evrende yaşıyoruz maddeniz temel yapı taşının atomlar olmadığını atom bombası patladığında çıkan muazzam enerji dönüşümüyle insanlık tarihinde acı şekilde tecrübe etmiş nesilleriz. En temelde muazzam bir enerjinin varlığından hepimiz heberdarız. Bizim bugün farkına vardığımız bu enerjiyi bundan binlerce yıl önce yaşayan insanların farkına vardığını ve bununla ilgili hemen hemen her toplumda sayısız bir birine paralele öğretiler ve çalışmaların olduğunu gördükçe de şaşırıyoruz.
Bir bedenden fazlası olduğunun bilincindeki insanoğlu ruhsal ve duygusal enerjileri bedensel enerjiler ile uyumlu çalıştırmanın dünya üzerinde ki varlığını sağladığının da oldukça farkında . İşte tam da bu noktada enerjimizi doğru kullanma sorumluluğuna geliyoruz. Bedenimizde kurulan muhteşem mekanizma ve sitemler- bedensel ruhsal ve duygusal enerjilerin akışına bir birine dönüşümüne ve kullanımına esas olarak bizi biz haline getirmekte. Evrendeki enerji ise tıpkı bir havuza atılan taşın çıkardığı dalgalarda olduğu gibi her bir bireyden evrene yayılmakta ve diğer kişi ve olayların enerji halkaları ile iç içe geçmektedir. Oluşturduğumuz dalgaları kaynağı olan biz kendi dalgalarımızı yaymadığımızda ise diğer enerji dalgaları içerisinde silikleşip kaybolmaktayız.. Kendi yaşam müziğimizin çalması için her zaman bizim enerjimiz de diğer enerjilerle uyum içinde dalgalanmalıdır.
Duygusal ruhsal ve bedensel enerjilerin birbirleri ile uyumlu şekilde çalışmalarını sağlamak , bu enerjilerin akışını ve dönüşümü için gereken özeni göstermek bizim biz olarak var olabilmemiz , evrende kendi dalgalarımızı yayabilmemiz için temel koşuldur. Bunun bilincinde olduğumuz da aslında ilk önemli adımı atmış oluyoruz.