Sonsuzluğun tam da ortasında iyi ve kötü, doğru ve yanlış, değerli ve değersiz kavramlarından çok daha fazlası vardır. Zamanın başından beri kavramlarla tanışan insan onlarla oynamayı sevmiş, tıpkı kelimelerle oynadığı gibi kavram ve değerlerle de oynamayı bir eğlence haline getirmiştir. Nasıl çocukluğumuzda birilerine isim takmayı sevmiş ve bununla eğlenmişsek bu günde yargılarımızla sınıflandırmayı tercih eder hale gelmişizdir.
Yargılarımızın gerçek değerlere evrensel değerlere dayandığının kanıtı nedir?
Herkes inancı ve doğru bildiği için savaş vermektedir.
Herkes inandığı doğruların kabulünü istemektedir.
Herkes görülmek ve kabul edilmek derdinde iken iyi doğru değerli kavramları bir anda bireysel kavramlara dönüşmekte ve diğeri karşısında “senin doğrun”-“ benim doğrum” olmak zorunda diyerek tam da karşımıza dikilip durmakta. Bu nokta çatışmanın başlangıcı olurken, sepetteki sağlam ve çürük yumurtaları o sepete koyan bile ayırılamaz hale gelmektedir.
Aslında ortaya çıkan her savaşta konunun değerler değil de, kişilerin olduğunu.
Kişilerin istek arzu ve hırslarının, değerlerce süslü savaş kıyafetleri giydirilmiş avatarlara dönüştüğünü göremeyiz.
Bir gün yok olacağını bildiğimiz aşklara tutkuyla bağlanır,
günlerimizi gecelerimiz acı ve hasretle geçirir,
ölümümüzle geride bırakıp kaybedeceğimiz mallarımıza sımsıkı tutunur,
yaşlanıp adım atamayacak hale gelmeyecekmiş gibi en güçlü olduğumuzu diğerlerine kanıtlamaya çalışıp dururuz.
Sözlerimize önem vermeyenden nefret eder, kabulümüzü isteriz .
Mutlak doğrulumuzun gücümüzün diğerlerince önemsenmesi saygı duyulması , hayran kalınmasını diler …
Aslına bakarsanız, mesele biz bile değilizdir.
Diğerleridir…
Biz ne olursak olalım, ne düşünürsek düşünelim, ne yaparsak yapalım bizim kim olduğumuzu belirleyen diğerlerinin bizimle ilgili algısıdır.
Bizi sevmeleri, bizden korkmaları, bize değer vermeleri, bize saygı duymaları, bizi dinlemeleri, bizi görmeleri, bizi önemsemeleri…
Aslında bu savaşta en baştan kaybetmenin formülünü bulmuşuzdur. Biz atadığımız değerler zincirinde, değerlerimizi kendimiz için atamamakla kendi savaşımızın tümünü diğerleri üzerine kurguladığımızın farkına varmamışızdır. Tıpkı isim taktığımız arkadaşımız karşısında ona isim takarken kendimizi güçlü, hayali bir kahramana isim takarken kendimizi saf hissetmemizde olduğu gibi varlığımızın anlamını diğerlerine yüklemişken ; haklılığımız , değerliliğimiz ve varlığımızın bize aitmiş yanılgısını yaşamaksa bu durumda bize kalmıştır.
Ne savaş bizimdir ne değer ne de varlık o noktada .
Bilgi, değer, inanç bize ait ise. Bize ait olan; bizimle olan diğeri olmaksızın, diğerinin onayı ve düşmanlığına ihtiyaç duymaksızın o zaman kalbimize ve varlığımıza işler. Bu durumda yobaz ve inançlı, değerli ve değersiz, önemli ve önemsiz, akli ve akılsız, geçici ve kalıcı olan ortaya çıkar.
Savaşan bu yüzden hep düşmana ihtiyaç duyandır. Kendi aç gözlülüğü ve bencilliğini, ideallere görüş ve inançlarla saklayandır. Savaşını kendisi için yapamayan insanların, başkasını kurtarmak adına verdiği savaşların hiç bir tarafında iyi ( hak ), ilahi olan, evrensel olan yer alamaz. Yaşamda bir tek savaş vardır oda kişinin kendisi ile verdiği savaştır.
Tüm bu noktada idealleri için savaşan kişi, başkalarının ideallerini inanç ve görüşlerini yok etmeyi, asimile etmeyi amaçlayan haline dönüşür. İyi olarak gözüken kendi şeytanını yaratmış, iyi kayramı kötü kavramının karanlığında çoktan kaybolup gitmiştir bile.