Hani hayat bir serüvendi!
Çok uzun yıllar oldu bu duyguyu merkezimize almayalı.
Serüven,
Hani başrolünü oynadığın.
Maceradan maceraya koştuğun.
İçinde özgürlüğü keşfetme heyecanını barındıran.
Ardına bakmadığın ve önünün arkasını fazla düşünmediğin.
Pozitif iyimserliğin zirvede olduğu.
Dünyanın parmaklarımızın ucunda gibi gözüktüğü.
Hayal edebilmenin yapabilmek için yeterli olduğu.
Sınırsızca ve kendimizle ilgili sadece.
Düzen,
kimsenin başrol olmadığı.
Figüranların umutsuzca verilmiş görevlerini yaptığı.
Kendinden bir karakterin ortaya konulmadığı.
Ortaya kendi karakterini koysa da bir öneminin olmadığı.
Kaynakların sınırlı, görevlerin fazla, geleceklerin garanti edilmediği.
Zamanın, emeğin, bireyselliğin toplumsallık başlığında el konulduğu.
Hayattın macera olduğu bir film gibi değil de, hayatta kalmak adına izbelerde saklanılan bir bilimkurgu gibi yaşandı hayatlar.
İdealleri için çalışanlar tükendi.
Çalışmak için yaşayanlar ile yaşamak için çalışanlar yaşamaya başladı yerkürede.
Dünya yaşanacak bir yer olmaktan çıkalı çok oldu.
Tatminsiz, mutsuz ve kaybolmuş insanlar yürüyen ölüler gibi gezinmekte.
Yaşamını sürdürebilme korkusunun altında, yetinilen ve artıklarına muhtaç olunan bir eziyete dönüştü ömürler.
Hayal edememek, umutlar oluşturamamak, karamsarlık, beklentisizlik ya da olumsuz beklentilerin salgın gibi yayılan mikrobu insanlığın tamamını ele geçirdi.
Gelişimini maceracı ruhların korunmasına adayan toplumlar yol almaya devam etti.
Kalanları hepsi fakirlik ve tükenişlerin düzen başlıklarına hapsoldu ve bu gerçeklikle kendilerine bir dünya kurdu.
Artık herkes bir makinanın dişlisi.
Çark dönüyor ve doğmak bile dişlilere sıkışmayı gerektiriyor.
Durmak mümkün değil.
Bağımsız hareket etmekse söz konusu bile değil.